The Materialists: Ambalaj Romantik Komedi, İçerik Gerçek Hayat
- Damla Ardıç
- 9 Tem
- 2 dakikada okunur

Benim Pedro Pascal’a karşı olan zaafım artık sır değil. Dakota desen zaten tarzıyla, duruşuyla kalbimi kazanalı çok oldu. Chris Evans da... yani Chris Evans. Dolayısıyla bu üçlü bir aradaysa, ben o filme gitmez miyim? Koşa koşa gittim. The Materialists vizyona girer girmez, ilk hafta sinemadaydım. Patlamış mısırım elimde, içimden “Tamam, beynimi bir köşeye bırakıp delulu evrenine geçiş yapacağım.” diye düşündüm. Ama? Hayat her zaman düşündüğün gibi gitmiyor sevgili okur.
Bu Ne Şimdi? Romantik Komedi Mi? Sosyoloji Tezi Mi?
Film başladı, estetik sahneler, şık kıyafetler, müzikler… Her şey olması gerektiği gibiydi. Sonra karakterler konuşmaya başladı, olaylar gelişti, ilişkiler çözüldü, tekrar düğümlendi. Ve ben bir noktada fark ettim ki: Ben gülmüyorum. Hatta hafif içim daraldı. Sonra düşündüm: “Damla, sen bu filmi niye romantik komedi sandın?” Çünkü bana öyle pazarlandı. Afiş, fragman, isim, hatta yazı tipi bile romcom diye bağırıyordu. Ama içerik… Çok başka bir şeydi. İlişkilerdeki çıkar ilişkileri, para-maddi güven-aşk üçgeni, kendini konumlandırma çabası, yalnızlık… Kısacası: Bugünün flört dünyası, filtrelenmeden, bazen biraz acımasızca anlatılmıştı. Ama şunu söylemeden geçmeyeyim finalde tam da romantik komedilere özgü o “karar anı” geliyor.
İşte Burada Pazarlamacı Damla Devreye Giriyor
Bir yandan bu filmi izlerken diğer yandan düşünmeye başladım: “Pazarlama böyle bir şey işte. Beklenti yaratmak, sonra o beklentiyi yönetebilmek…” Ve maalesef bu filmde o yönetim çok yerinde değildi. Romantik komedi beklentisiyle gelen izleyici, dramatik hatta hafif depresif bir gerçekle yüzleşti. Ben kendimce filmi sevdim, çünkü ben zaten ilişkiler üzerine düşünen biri olduğum için hikâyeyi anlamlandırabildim. Ama bir içerik üreticisi ya da marka olsaydı, bu stratejiyi çok riskli bulurdum. “Romantik Komedi Gibi Pazarlayalım, Daha Çok Kişi İzler” Diyen Zihin Ve evet, bu büyük ihtimalle stratejiydi. Çünkü “romantik komedi” etiketi, insanları rahatlatıyor. O türü seçmek, izleyiciye “sana kötü bir şey olmayacak, merak etme” hissi veriyor. Ama gerçek öyle olmuyor işte. Bir tüketici olarak bu çatışma bizi hem şaşırtıyor, hem de hafif sinirlendiriyor desem yalan olmaz.
“Sen Ne Sunuyorsan, Onu Vaat Et” – Bu Kadar Basit (Ama Zor)
The Materialists kötü müydü? Hayır. Hatta cesurdu. Ama pazarlama tarafında çok başka bir şey vaat ettiği için, deneyim bambaşka bir yere savruldu. Bu yüzden artık şunu daha net görüyorum: Pazarlama sadece satmak değil, ilişki kurmak. Tıpkı insan ilişkilerinde olduğu gibi. Öyle davranırsan, böyle davranırsın; sonra karşındaki de beklentiye girer. Ve tutarsızlık varsa... ilişki sürmez. Markayla da, filmle de, insanla da .
Sonuç Olarak…

Ben filmi yine de beğendim. Pedro Pascal’a doyamadım. Dakota’ya her sahnede hayran kaldım. Chris Evans zaten namıdiğer Kaptan Amerika’mız. Ama pazarlama tarafında “aa ama bu öyle değildi ki” demekten de kendimi alamadım maalesef. Bu da bana bir kez daha gösterdi ki, markalaşma sadece ne söylediğin değil, nasıl söylediğinle de ilgili. Tür, ton, görsel anlatı, hikaye… Hepsi birlikte tüketiciye bir vaatte bulunuyor. Ve bu vaat, deneyimle örtüşmediğinde, iz bırakmak zorlaşıyor.
Sevgilerrr,
Damla Ardıç
Comentários